5 Mayıs 2007 Cumartesi

ituend2005'e açık mektup

Grubumuzda siyaset tartışılmaması gerektiği fikrine katılmıyorum. İnsanların birbirleriyle sürtüşmeden politika tartışabileceğine inanmıyorsanız size "Politics Can Be Fun" adlı kitabımı tavsiye ederim.. :P

Öncelikle Selen'e bir cevabım olacak. Selen demis ki:
[...] 3-4 kusak onceki analarimizin taktiklari turban degil, esarptir. "Turban" dinle ilgisi olmadan tamamen siyasi propaganda amaciyla takilandir. Simdiye kadar kimse de esarba dil uzatmamistir.

Aslında 70'lere kadar türban kelimesini kullanmıyordu Türkiye, hatta anlamını bile bilmiyordu. O yıllarda iktidardaki kesim kadınların başörtüsüne takmış durumdaydı çünkü etrafta -tabirimi maruz görün- 'köylü kılıklı' veya hadi daha yumuşak bir ifade seçelim: 'modern görünüşlü olmayan' insanları görmek istemiyordu. Türban kelimesi daha sonra başörtüsü konusundaki bu tutuma karşı üretilen bir alternatif olarak ortaya çıktı. Moda dünyasında türban kelimesinden anlaşılan şey saçlara takılan, farklı farklı tasarımları olan bir örtüdür, şöyle ki:


Kısacası kadınlar biz hem başımızı örtüp hem de modern gözükebiliriz diyorlardı. Zaten türban kelimesi de fransızcadan dilimize geçmiştir ve batılılar için bu kelimenin dinsel bir çağrışımı yoktur (aslında 11 Eylül'den önce yoktu demek daha doğru olur).

Batıda türban bugüne kadar daha çok Sih adı verilen etnik azınlık nedeniyle gündeme geldi (Alın size "Batı dünyasında Sih olmak" başlıklı bir yazı). Sih erkekler dini inanışları gereği saçlarını kesmiyorlarmış, bu nedenle türban takmaları gerekliymiş.

Amric Singh. New York'ta 23 yıllık tren kondüktörlüğü kariyerine türbanını özgürce takarak devam etmek istiyor.

Bu adresten nasıl türban bağlanacağını öğrenebilirsiniz. Banyodan sonra çok pratik oluyor gerçekten de.

BBC'ye göre 1982'de İngiltere Sih'leri etnik bir grup olarak tanımış ve her yerde türban takmalarına izin vermiş.

Bu arkadaş da 1966'da İngiltere'de otobüs şöförüymüş.

Tabi İngiltere'deki Sihler iktidarı devralacak güze sahip olmadıkları ve hiç bir zaman da olamayacakları için böyle bir karar kimseyi rahatsız etmiyor. Bugün Kanada devleti eşler arasında dinsel hukukun geçerli olması konusunda tek tek yasalar çıkartabiliyor. Önce musevi karı-kocalar arasında anlaşmazlıkların -eğer iki taraf da onay verirse- dinsel kurallarla çözülebilmesini mümkün kılan bir yasa çıkardılar. Şimdi de müslümanlarla ilgili bir yasa çıkaracaklar ve eğer eşlerin ikisi de müslümansa diledikleri taktirde aralarında şer-i hukuk geçerli olacak. Allah Kanada'lılara akıl fikir versin, birgün şeriatçılar çoğalır da tepeye oynarsa herhalde o zaman anlayacaklar bu özgürlük meselesini fazla abarttıklarını...

Asıl konumuza dönersek; türbanın 'siyasal simge' olması 80'li yıllara rastlar. Bana sorarsanız tepki çeken tek bir baş bağlama şeklinden söz etmek de zor. Kaldı ki, saçı hiç göstermeyecek şekilde yapılan tüm baş bağlamaları türban olarak adlandırsak, kafasına öylecene bir örtü atıp çıkmaya da eşarp desek bile (sanırım Selen'in kastettiği tanım buydu), eşarp ile kamusal alanlara girilmemesi gibi bir durum da yaşanmaktadır. Erkekler için de aynı şey sakal mevzusunda geçerlidir. Öğrenciyseniz bazı üniversitelere sakallı veya eşarplı giremezsiniz. Orduevine, TBMM'ye, devlet dairelerine ve kılık kıyafet yönetmeliği uygulanan alanlara başörtüsünün şekli ne olursa olsun başı örtülü girilemiyor. Daha doğrusu bu uygulamalar acayip bir keyfiyet arzediyor, mesela 2005 yılında Erzurum Atatürk Ünvrsitesi Veterinerlik Fakültesi'ndeki diploma töreninde çocuğunu izlemeye gelen bir anne eşarbı nedeniyle tören alanına sokulmazken, bizim yemin töreninde askerlerin başörtülü yakınları kışlanın içine kadar sorunsuzca girebilmişti.

Bildiğiniz gibi tepkilerden çekinen pek çok kadın peruk takmak veya abidik gubidik biçimsiz rüküş şapkaları başlarına geçirmek durumunda kaldılar. Üniversitedeki arkadaşlarınızı hatırlayınız. Başını örtmek isteyen kadınlara böyle bir ayrımcılığı yapmaya ne hakkımız var?





20 Nisan 2007 Cuma

Yabancı düşmanlığı ve ırkçılık

18 Nisan günü, yani iki gün önce Malatya'da üç kişi hristiyanlık misyonerliği yaptıkları gerekçesiyle hunharca öldürüldü.

Türkiye'de yabancı düşmanlığı yok demek çok büyük yalan olur. Gitgide hırçınlaşan, sapkın ve paranoyak milliyetçi bir çoğunlukla sarılı durumdayız. Ben geçici bir durum gereği yirmili yaşlarda yüzlerce gençle bir arada yaşıyorum. Bu fırsattan istifade ederek geleceğin Türkiye'sini oluşturacak bu gençlerin düşünce dünyalarına kendileri izin verdiği ölçüde ortak olma şansını yakalıyorum bazen. Amacım yabancı düşmanlığı konusunda durum tespiti yapmak ve bu davranışın kökenlerini sorgulamak. [...]

Hatred and Violence, yağlıboya, The Millenium Series, www.getf.org/millenium/hatred.html